Mukteda es-Sadr: Irak’ta siyasete 20 yıldır damga vuran Şii din adamı

Ece Göksedef BBC Türkçe

Sadr

Kaynak, Getty Images

Irak’ın başkenti Bağdat’ta kalabalık bir grup haftalardır sürdürdüğü oturma eylemine hafta başlangıcında son verip protesto gösterilerine başladı ve Başkanlık Sarayı’nı bastı. Vakalarda minimum 30 şahıs yaşamını yitirdi. 

Bu protestocular Şii din adamı ve siyasetçi Mukteda es-Sadr’ın destekçileri. İsyan ettikleri şey ise “öteki siyasilerin kendisini dinlemediği nedeni öne sürülerek” Sadr’ın siyasetten çekilme sonucu alması. Sadr’ın bir çağrısıyla başlattıkları oturma eylemi ve arkasından çıkan vakalar, gene onun çağrısıyla birkaç saat içinde sonlanmış oldu.

Peki Sadr’ın bu gücünün, binlerce insanı peşinden sürüklemesinin arkasında ne yatıyor?

Sadr, Irak siyasetine 20 senedir damga vuran, ülkenin en mühim siyasal isimlerinden. Sadece bu kadar yakıcı destekçilerinin olmasının sebebi son 20 yıl değil; bu fazlaca daha öncesine ve fazlaca daha geniş bir coğrafyaya dayanıyor.

Bunu idrak etmek için ilk olarak ailesinin kökenlerine bakmak gerekiyor.

Sadr ailesi kimdir?

Mukteda es-Sadr 1974’te doğduğunda babası Muhammed Muhammed Sadık es-Sadr ve sonradan kayınpederi olacak olan, dedesinin de kuzeni olan Muhammed Bekir Sadık es-Sadr, Irak’ta yoksul Şii grupların yakından takip etmiş olduğu, Saddam Hüseyin yönetimine karşı Şii kitleleri örgütleyen hareketlerin başındaydı.

Sadr ailesinin soyu Şiiler için büyük öneme haiz yedinci imam olan İmam Musa El Kazım’a ve Lübnan’da Cebel Amel bölgesine dayanıyor. Oldukça sayıda öncü din adamı ve teolog çıkaran ailenin bazı üyeleri sonradan İran’a, bazıları da Irak’a yerleşti. Kimi İran İslam Devrimi’nde öncü rol oynarken ailenin malum isimlerinden Musa es-Sadr, Lübnan’a giderek ülkedeki iç savaşı üç günlük bir açlık greviyle protesto etti.

Sadece kısa süre sonrasında fazlaca değişik bir yol izleyerek iç harpte milisleri ya da silahlı bir grubu olmayan Şiilere destek olmak amacıyla 1974’te Amel Hareketi’ni kurdu. Lübnan’ın güneyinde birçok okul, sıhhat merkezi ve ibadethane kurdu. Lübnan’daki nispeten eğitimli ve orta derslik Şiilerin ilgisini çeken hareket, “Şiilerin haklarını korumak” amacıyla iç harpte etken rol oynadıktan sonrasında siyasal bir partiye dönüştü. Uzun süre Şiilerin bir başka silahlı grubu ve siyasal partisi olan İran destekli Hizbullah’la savaşsa da son dönemde iki siyasal parti işbirliğine gitti. Amel, bugün hâlâ Lübnan Meclisi’nde en fazla sayıda sandalyeye haiz siyasal parti.

Sadr ailesinin Irak’ta da benzer bir hikayesi oldu. Mukteda es-Sadr’ın babası ve kayınpederi öyleki etkili isimlerdi ki; birinin ölümü, ötekinin de isyanı sonrası süregelen vakalar Irak’ta “Birinci Sadr Ayaklanması” ve “İkinci Sadr Ayaklanması” olarak tarihe geçti.

Baba Muhammed Muhammed Sadık es-Sadr, çoğunlukla Irak’ın güneyinde yaşayan ve Saddam Hüseyin yönetimi altında ciddi baskılara maruz kalan Şiiler 1991’deki Körfez Savaşı sonrası hareketlenmeye başladığında, ayaklanmanın öncülerinden biri oldu.

Şii ayaklanmalarının öncülerinden biri de İran’ın fazlaca yakından desteklediği, İran doğumlu Şii din adamı Ayetullah Ali Sistani’ydi. Saddam Hüseyin’e karşı Şiiler örgütlenirken bu iki isim içinde ikiye bölündü.

Irak’taki “Büyük Ayetullah” olarak görülen Bağdat doğumlu Muhammed Sadık es-Sadr, daha köktencilik genç ve çoğunlukla yoksul ailelerden gelen Şiilere odaklandı. Ülkenin güneyindeki ekonomik olarak gelişmemiş bölgelerden Şii gençler Sadr’ın emrine girmek için Bağdat’a akın etti. Orta Doğu’daki en büyük İslami hareketlerden olan bu hareketin seneler içinde milyonlarca takip edeni olacaktı.

Irak’ın yüzde 60’ın üstünde Şii olan nüfusunun büyük kısmı o yıllarda yoksulluk çekiyordu. Muhammed Sadık es-Sadr, bu topluluğa odaklandı. O şekilde ki, senelerce Irak’ta gazetecilik icra eden Patrick Cockburn’ün anlattığına nazaran şu öykü Şiiler içinde sıkça anlatılıyordu: Maddi güçlük çeken ve din adamlarına, vaizlere gidip bununla ilgili sual soran halka genel anlamda “bu soruların dinle ilgili olmadığı, kimseyi bu sorularla oyalamamaları gerektiği” söylenirken, giysilerinden fazlaca fukara olduğu anlaşılan bir adam bigün Sadık es-Sadr’a gider ve domatesin fiyatını bilip bilmediğini sorar. Sadr, her bir domates türünün fiyatını ve nerede en uygununu bulabileceğini tek tek bu kişiye anlatır. Bu sebeple insanoğlu Sadr’ın yaşamın gerçek zorluklarını bildiğine ve onları anladığına inanır.

Şii gençlerin toplanarak Sadr’ı vaaz verirken dinledikleri bölgenin adı Devrim Şehri’ydi. Burası bir süre sonrasında Saddam Hüseyin’in talimatıyla Saddam Şehri adını alsa da, 2003’te oğul Mukteda es-Sadr’ın talimatıyla Sadr City (Sadr Şehri) olarak anılacaktı. Ve 3 milyona yakın nüfusuyla Sadr Hareketi’nin merkezi olacaktı.

Bu “gizli saklı gettoda” Sadr birçok takipçisini örgütledi, öğretisini ve ayaklanmayı yayacak bir ekip oluşturdu ve Irak siyasetinde daha da etkin olmaya başladı. Mahalli halk kendisine öyleki bir bağlıydı ki, Saddam Hüseyin’in birliklerinin şehri tam manasıyla denetim altına alması, takipçilerini ve kendisini bulması mümkün olmadı. Bu sayede Sadr, daha uzaklardaki fukara bölgelerde kalan ve devletin hiçbir imkanından faydalanamayan gençlere ulaşarak onlara eğitim, sıhhat, mali yardım şeklinde imkanlar sağlamış oldu.

Bu sırada baskı altında kalan öteki Şii din adamları yurt dışına, çoğunlukla da İran’a kaçmıştı. Bu da Sadr ailesinin popülaritesini artırdı. Daha milliyetçi bir ideoloji benimseyen Sadık es-Sadr, halkın yoksulluğu için de sık sık yaptırımlar tatbik eden ABD’yi suçluyordu.

1990’ların sonunda Muhammed Sadık es-Sadr öyleki bir güçlenmişti ki, artık açıkça Saddam Hüseyin karşıtı konuşmalar hayata geçirmeye başladı. 1999’da Saddam Hüseyin’in “sabrının azaldığı” mesajı kendisine iletildiğinde Sadr, korkmadığını söyleyerek bir camide konuşma yapmış oldu, “Şiiler Saddam’ın baskısıyla korkutulamaz” dedi. Namaz çıkışında iki oğluyla beraber binmiş olduğu otomobil pusuya düşürüldü ve iki oğluyla beraber yaşamını yitirdi.

Saddam Hüseyin’i Sadr’ın ölümünden görevli tutan fazlaca sayıda Şii sokaklara döküldü ve aylar sürecek olan “İkinci Sadr Ayaklanması”nı başlattı.

Sadr ayaklanmalarının ilki de 1979’da İran’daki İslam devriminin derhal arkasından, yeni Tahran yönetiminin bir süre sonrasında seneler sürecek bir cenk başlatacağı Saddam Hüseyin’i devirmek suretiyle Irak’taki Şiilere verdiği destekle başladı.

Ayaklanmanın öncülerinden biri de, ileride Mukteda es-Sadr’ın kayınpederi olacak olan ve Necef’te yaşayan Muhammed Bekir es-Sadr’dı. Sadr’ın bu süreçte onlarca defa tutuklanması ve gözaltında işkence gördüğüne dair haberler, destekçilerinin Irak’ın güneyi başta olmak suretiyle ülke genelinde eylemler yapmasına yol açtı. Sonunda 1980’de Bekir es-Sadr ve kız kardeşi cezaevinde öldürüldü.

Es-Sadr’ın o dönemde kurduğu İslami Dava Partisi, 1980-1989 arası İran-Irak Savaşı’nda İran’ı açıkça destekledi. 2003’teki ABD işgali sonrası İran’dan destek almaya devam eden partinin lideri Haydar el-İbadi, 2014-2018 döneminde Irak’ta başbakanlık yapmış oldu.

İki kuzenin ideolojik farklılıklarından doğan rekabeti, seneler sonrasında evlatlarının evlenmesiyle işbirliğine dönüşecekti. Sadece bu kez silahlı savaşım Saddam Hüseyin yönetimine değil, ABD işgaline karşı büyüyecekti.

Ve Mukteda es-Sadr, ABD işgali sonrası ülkede süregelen iç savaşın en kanlı saldırılarını yöneten aktörlerden biri olacaktı.

Seneler devam eden ev hapsi sonrası ‘tekrardan doğuş’

Mukteda Es-Sadr 2003'te Irak'ın Necef kentinde

Kaynak, Getty Images

Sadık es-Sadr iki oğluyla beraber öldürüldükten sonrasında Saddam Hüseyin’in adamları, senelerce takip etmiş olduğu sadece zararsız olduğuna karar verilmiş olduğu, babası yada ailenin geri kalanı şeklinde kuvvetli bir dini eğitim de almamış olan Mukteda es-Sadr’ı ev hapsinde tutmakla yetindi.

2003 senesinde Saddam Hüseyin devrilene kadar ev hapsinde kalan Sadr’ın hakikaten de ona bir ziyanı olmadı. ABD işgali sonrası ev hapsine son verilen din adamı, Iraklılara nazaran “küllerinden hayata merhaba dedi” ve kendisini hapseden iktidarı deviren ABD yönetimine karşı kuvvetli bir hareket başlattı.

Onun haricinde hiçbir Şii öncü din adamı, eğitimini tamamlayamamış, yoksul, genç ve yakıcı Şii gençlere önderlik etmeye çabalamamıştı. Bu gençler güç boşluğundan faydalanarak sık sık Bağdat’ta yağmalama yapıyordu. 

ABD’nin ülkeye geri getirmiş olduğu kaçak Şii din adamları da “Batı yanlısı” olarak görülüyordu. 

Mukteda es-Sadr hem Saddam Hüseyin’e, hem yoksul halkı anlamış olmayan hem de Batı yanlısı Şii din adamlarına, son olarak da ülkeyi işgal eden güçlere olan nefreti temsil ediyordu.

Ülkedeki öteki Şii partiler koalisyon güçlerinin ülkeyi yönetmemesi, derhal seçimlerin yapılması icap ettiğini söylerken bir taraftan da seçimleri kazanabilmek için bu güçlerle ortaklaşa iş yapıyordu. Mukteda es-Sadr ise en başından koalisyon güçlerinin varlığına karşı çıktı, “askerlere yönelik saldırılar ve onların elindeki binalara yağmaların İslam dinince affedileceğini” söylediği bir fetva verdi.

Şii liderler arasındaki enerjisini pekiştirmek için de ABD’nin Necef’e getirmiş olduğu ve Batı yanlısı olmakla suçlanan bir Şii din adamını açıkça eleştirdi. Nisan 2003’te bu Şii din adamı, Sadr’ın takip edeni bulunduğunu söyleyen birkaç bıçaklı Şii genç tarafınca Necef’te öldürüldü. 

‘Saddam ufak yılandı, ABD büyük yılan’

Sonunda ABD’de 11 Eylül 2011’de düzenlenen El Kural saldırıları için “Tanrı’ın bir lütfu, bir mucize” söylediği bir vaazı Sadr Hareketi’nin gazetesinde yayımlanınca, Sadr Şehri başta olmak suretiyle Sadr Hareketi’ni destekleyen Şiilerin yaşamış olduğu bölgelere ABD askerlerinin operasyonları başladı. Bu operasyonlar hareketin daha da büyümesine yol açtı. Sadr’ın takip edenleri, din adamının babası ve öteki birçok aile üyesi şeklinde yakalanmasını önlemek için sokaklara dökülmüştü. Sadece bir çok eğitimsizdi ve ellerinde gelişmiş silahlar yoktu.

Hareketin ilk adımları bu şekilde atılıyordu. Mukteda es-Sadr, seneler içinde Şii mezhepçi milis grupların liderliğinden Irak milliyetçisi bir siyasal kimliğe bürünecek, sonrasında da “düzeltim çağrıları icra eden” sadece duruma nazaran devamlı değişen, istikrarlı bir siyaset izlemeyen, rakiplerini sık sık şaşırtan ve ülkedeki enerjisini artıran bir isme dönüşecekti.

Bu seneler için İran, Suudi Arabistan ve Türkiye’yle de toplumsal tabanın eğilimine nazaran ve çıkarları doğrultusunda kargaşa ve bunalımlı bir ilişki geliştirecekti.

ABD askerlerine yönelik eylemlerine ise “Saddam ufak yılandı, aslolan büyük yılan ABD” diyerek enerjisini koruduğu süre süresince devam etti.

Mehdi Ordusu

Şiilerin görmüş olduğu baskı ABD işgali ve Saddam Hüseyin’in devrilmesiyle beraber sona erdiğinde Şii önderler bu kez ABD askerlerine karşı silahlı grupları örgütlemeye başlamıştı.

Mukteda es-Sadr da 2003’te, büyümüş olduğu Necef şehri ve hareketin büyümüş olduğu Sadr Şehri adlandırdığı bölge başta olmak suretiyle Şiilerin çoğunlukta olduğu bölgelerde babasının adına “Şehit Sadr Ofisleri” açarak Sadr Hareketi’ni başlattı. 

Bu hareket, Şiilerin yoğun olarak yaşamış olduğu bölgelerde kendi de-facto dini mahkemelerini, polis enerjisini, cezaevlerini ve “toplumsal hizmet ağlarını” kurdu. Denetim etmiş olduğu bölgelerde fazlaca sıkı bir “güvenlik ağı” da kurmuştu.

Bir süre sonrasında, seneler boyu baskı altında eğitim alamayan, istihdam edilmeyen yoksul ve bir çok şehirli Şii gençlerden oluşan bir silahlı grup kurdu: Mehdi Ordusu.

İlk başlangıçta hiçbir yerden tabanca desteği bulamayan, tek bir merkezden denetim edilemeyen Mehdi Ordusu’na katılmak isteyen gençler, kendi buldukları silahlarla Sadr’a bağlılık bildiriyordu. Bu başıboşluk, Irak sokaklarında Mehdi Ordusu’nun görevli tutulduğu fazlaca sayıda katliam, işkence, kaçırılma, yağma vakasına yol açtı. 

4 yıl içinde Mehdi Ordusu’nun militan sayısı 70 bine yükselecek; Mukteda es-Sadr da ABD öncülüğündeki koalisyon güçlerinin arananlar sıralamasında en üst sıralara yerleşecekti.

Sadr’ın, babası ve kayınpederiyle beraber olan fotoğrafları artık Bağdat ve ülkenin güneyindeki polis karakolları ve Irak ordu bürolarının duvarlarındaydı.

O dönem ülkede gazetecilik icra eden muhabirlerden bazıları, milislerin ilk aşamada İran’dan hem tabanca hem askeri eğitim desteği aldığını söylüyor. Sadece bu desteğin, Sadr’ın İran’a mesafeli yaklaşımı sebebiyle sınırı olan kalmış olduğu belirtiliyor.

ABD ve İngiltere ordularının Irak’taki güçleri, 2003’te öldürülen din adamının cinayetinden görevli tuttuğu Sadr’ı aradığını söyleyerek Necef’e yönelik geniş çaplı operasyonlar başlattı. 

Mehdi Ordusu ve ondan fazlaca daha kuvvetli ve donanımlı olan koalisyon güçleri karşı karşıya geldi. İki çatışmanın da kazananı olmadı, bir süre sonrasında iki taraf da kendi bölgelerine geri çekildi sadece Mehdi Ordusu uzun soluklu bir sessizliğe büründü.

Mukteda Es-Sadr ise bu çatışmalardan “Koalisyon güçlerine karşı yenilmeyen güç” olarak çıkarak daha da popülarite kazanmıştı.

Hem koalisyon güçlerine direnişin bir sınırını bulunduğunu gören hem de kazanılmış olduğu popülariteyi kullanmak isteyen Sadr, 2006 yılına kadar daha politik bir yol izledi. Yoksullara yardım eli uzattığını söyleyerek ülkede daha geniş kitlelere ulaştı. Bu sırada ABD, Sadr’ın İran’a kaçtığını söylese de bu hiçbir vakit kanıtlanamadı.

2004'te Mehdi Ordusu ABD karşıtı eylemlerine başlamıştı

Kaynak, Getty Images

İç cenk ve Sünnilere yönelik katliamlar

Bu esnada İran’ın direkt desteklediği ve hatta İran’da eğittiği Bedir Örgütü başta olmak suretiyle Şii milis gruplar Irak’a geri dönmeye başlamıştı. “Köktencilik Sünni silahlı gruplara, El Kural’ye karşı savaştığını” söyleyen Şiiler ve “kendilerini korumaya çalıştığını” söyleyen Sünniler arasındaki çatışmalar gittikçe sıklaştı ve daha kanlı bir hal aldı.

2006’da Irak genelinde 30’dan fazla Şii milis grup vardı. Katliamlar, sivillere yönelik saldırılar artmış, ülkede iç cenk başlamıştı.

Muktda es-Sadr da sessizliğini bozdu ve Mehdi Ordusu’nu tekrardan sokaklara döktü. 2006-2007 içinde hem koalisyon askerlerinde hem Sünni bölgelerde ciddi korkuya sebep olan Mehdi Ordusu, fazlaca sayıda kırım, işkence, insan kaçırma şeklinde kanlı vakaya ve soygunlara imza attı.

O dönem Sadr, “Sünniler, görmüş olduğu her silahlı Şii gruba Mehdi Ordusu diyor. Fakat onların bir çok benim kontrolümde değil” demişti. Merkezi bir denetim mekanizması olmadığı için bunda doğruluk oranı olsa da, bu kişilerin Mehdi Ordusu adına silahlanması ve Sadr’a bağlılık bildirmiş olması Sadr’ın enerjisini artıran bir durumdu ve buna hiçbir vakit itiraz etmedi.

2008’de ABD öncülüğündeki koalisyon güçlerinin kontrolünde kurulan Irak ordusu, mezhepsel çatışmayı belli bir oranda engellemişti. Ve sokaklarda kanlı eylemlerine devam eden Mehdi Ordusu’nu durdurmaya karar vermişti.

O sırada güneydeki petrol yatakları açısından varlıklı olan Basra şehrinde güçlenmiş olan Mehdi Ordusu’na yönelik Irak ordusunun operasyonu, bir başka Şii önder ve devrin Başbakanı Nuri El Maliki’nin talimatıyla başladı. Maliki, İran’ın tesiri ve kontrolü altında hareket etmesiyle malum bir siyasetçiydi.

Irak ordusuyla beraber Maliki’ye yakın başka milis gruplar da petrol kuyularının kontrolü için Mehdi Ordusu’na karşı cenk başlattı. Harp uzun süre devam edip sonuçsuz kalınca nihayet İran’ın Devrim Muhafızları’na bağlı Kudüs Gücü’nün Komutanı Kasım Süleymani aracılığında bir ateşkes uzlaşmasına varıldı.

Süleymani, Irak’taki İran destekli Şii milisleri örgütleyen aslolan isimdi.

Bu Sadr için hem İran’ın direkt müdahil olduğu; hem de Basra’ya 6 bin Amerikan askerinin daha asayişi sağlamak nedeni öne sürülerek göndermiş olduğu ufak düşürücü bir yenilgi oldu.

Benzer bir çatışma Sadr Şehri’nde de yaşandı ve gene Kasım Süleymani’nin arabuluculuğunda, Irak ordusu ve ABD hava kuvvetlerinin şehre gönderilmesiyle sonuçlanan bir ateşkesle çatışmalar son buldu.

Haziran 2008’de Mukteda Es-Sadr, Mehdi Ordusu’nu feshettiğini duyurdu.

Artık destekçileri “Söz Verilen Gün Birliği” adlı ufak bir silahlı grubun yanında çoğunlukla “Mumahidun“ adı altında siyasal ve toplumsal hizmetlerde” bulunacaktı. 

Bu tarihte, aslına bakarsanız yakarma için mukaddes mekanlarına ya da aile ziyaretine sık sık gittiği İran’a geçti. Nuri el Maliki’yle aralarında ciddi problemler vardı; bu sebeple birkaç yıl Irak’a geri dönmediği biliniyor. 

2014’e kadar Sadr, desteklediği siyasal partiler üstünden Sıhhat ve Ulaşım Bakanlığı başta olmak suretiyle fazlaca sayıda üst düzey pozisyona destekçilerini yerleştirdi. Birçok devlet kurumunda güçlendi.

Irak içindeki silahlı çatışmalara büyük oranda son vermiş olsa da, Mehdi Ordusu’na bağlı silahlı gruplar 2011 sonrası Suriye’ye giderek iç harpte çoğunluğu Sünni olan muhalif gruplara karşı savaştı.

Sürpriz Türkiye ziyareti

Sadr 1 Mayıs 2009’da, İran ile Türkiye’nin de ilişkilerinin yakın olduğu bir dönemde Türkiye’ye sürpriz bir ziyarette bulunmuş oldu.

Devrin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve devrin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ile Ankara’da görüntülenen Mukteda es-Sadr,  iki yıl sonrasında ilk kez kamuya açık bir alanda görüntüleniyordu. 

Türkiye’nin Orta Doğu’da barışı sağlamak için daha belirgin bir rol oynayabileceğini söyleyen Sadr, buradan İstanbul’a geçerek destekçileriyle bir araya geldi. 

Sadece bundan seneler sonrasında Irak’a döndüğünde, Bağdat hükümetiyle Ankara içinde yaşanmış olan gerilimler esnasında Türkiye’yi kınayan açıklamalar yapmış oldu ve destekçilerine Türkiye karşıtı eylemlere katılma çağrıları yapmış oldu.

Sadr, 2009'da önce Ankara ardından İstanbul'a gitti

Kaynak, Getty Images

IŞİD’le savaşım ve silahlı gücün ‘Sulh Birlikleri’ adı altında dönüşü

Şubat 2014’te Sadr, artık Irak’a dönmüştü. O dönem Maliki’nin iktidarını koruması için Sadr Hareketi’ne bağlı milletvekillerine ihtiyacı vardı. Sadr, enerjisini çoğaltmak için siyasetten tamamen çekileceğini ve ülke genelindeki ofislerini kapatacağını duyurdu.

Sadece Haziran 2014’te IŞİD Musul’un kontrolünü ele geçirdiğinde Sadr da yön değiştirdi.

Şii din adamı Sistani’nin çağrısıyla bir çok Şii olan gençler yeniden tabanca altına girmiş ve irili ufaklı birçok Şii milis grup “Haşdi Şaabi” adı altında bir araya gelmişti.

Sadr’a bağlı silahlı gençler de bu kez “Sulh Birlikleri” adı altında örgütlendi. 

Mehdi Ordusu adını kullanmamasının arkasında, iç cenk zamanından akıllarda kalan negatif görüntü yatıyordu.

Sadr da İran’da geçen yılların arkasından 2014 sonrası artık mezhepçi değil, milliyetçi bir siyaset izlemeye başladığını söylüyordu.

O şekilde ki; bundan çok da fazla uzun olmayan bir süre ilkin Sünni katliamlarından görevli tutulan Mehdi Ordusu’nun lideri Sadr, IŞİD’in yenilmesi sonrası İran destekli milislerin ülkede etken olmaya devam etmesi halinde “Sünnilere yönelik katliamlar yaşanabileceği uyarısında” bulunmuş oldu.

2016 sonunda artık IŞİD büyük oranda gerilemişti. Sadr ise siyasal enerjisini tekrardan kazanmıştı. Takip edenleri Sadr’ın bir sözüyle Yeşil Bölge’de işgal hareketi başlatıyor, ülkenin değişik yerlerinde oturma eylemleri yapıyordu.

Sadr IŞİD’in yenilgisi sonrası ülkede olan tüm askerlerin çekilmesi çağrıları yapmış oldu. Bu çağrılar ABD ve İran’ın ülkedeki güçlerini hedef alıyordu. 

İran’ı desteklemediğinin bir sembolü olarak 2017’de İran’ın bölgedeki en büyük rakipleri Birleşik Arap Emirliklerine; arkasından Suudi Arabistan’a gitti ve Veliaht Prens Muhammed bin Selman’la görüştü. Bu, 2006’daki sürpriz Suudi Arabistan ziyareti sonrası Sadr’ın ülkeye ikinci gidişi oldu.

Siyasetteki gücü her geçen yıl arttı

Şii din adamlarının “laik devlet işleri” olarak görülen siyasette etken olarak yer almasının takip edenleri tarafınca onaylanmadığı biliniyor. Sadece Irak ve İran’da bu adlar, bizzat kendileri aday olmamakla beraber, destekledikleri hareketlerin siyasal parti kurmasına öncülük ederek, bu partilere adları direkt atayarak ve izledikleri politikaya yön vererek etkili şekilde müdahil oluyor.

Mukteda es-Sadr da aynısını yapmış oldu.

IŞİD yenilgisi sonrası “reformcu” bir siyaset izlediğini açıklayan Mukteda Es-Sadr, 2018 seçimleri öncesi Sadr Hareketi’ni Saairun İttifakı’na (Reforma Yürüyüş İttifakı) kattı.

Bu ittifak, reformcu politikasının göstergesi olarak Irak Komünist Partisi ve Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ndeki KDP ile beraber oluşturulmuştu. İçinde Sünni siyasetçiler de vardı.

İttifakın kazanabilmesi için bazı Şii partilerin desteğine gereksinim duyan Sadr, bu desteği alamayınca seçimleri boykot edeceğini deklare etti.

Boykot sonucu, iktidarda kalabilmek için Sadr’ın desteğine gerekseme duyan Şii partilerin uzlaşmaya varması sonrası geri alındı.

Sonradan, boykot sonucu alındığı süre süresince Sadr Hareketi’nin seçmenlerle çalışmaya, oy pusulaları yapmaya ve arka planda seçim kampanyasına devam etmiş olduğu anlaşıldı.

Sadr’ın kurduğu ittifak, 2018 ve 2021 seçimlerinde desteğini artırarak en yüksek oyu aldı.

Sadece kendisi hiçbir vakit hükümette yer almadı. Böylece, 2019 ve sonrasında süregelen protesto gösterileri esnasında “Her şeyin sorumlusu hükümettir” diyerek “halk adamı” imajını korumaya çalıştı.

‘Sadr isterse çatıya çıkıp kendimi aşağı atarım’

Son iki seçimde Irak’ta oy kullanma oranı bir fazlaca düşse de, Sadr Hareketi destekçilerinin oy kullanmaya devam etmiş olduğu görülüyor.

Londra merkezli Kraliyet Internasyonal İlişkiler Enstitüsü’nün (Chatham House) 2022’de yapmış olduğu bir araştırma, bu kapalı topluluğun motivasyonlarını ortaya koyuyor. Buna nazaran Sadr’ın destekçilerinin yüzde 55’i siyasetçilere, yüzde 45’i hükümete güvenmiyor. Çoğunluğu, Irak’ın sorunlarının “yolsuzluğa bulaşmış siyasiler değil, dini liderler yardımıyla çözülebileceğine” inanıyor.

Bu da Sadr’ın niçin direkt siyasete girmediğinin bir başka göstergesi.

Takipçilerinin bir çok İslam hukukuyla ülkenin yönetilmesini istiyor ve Sadr’a sıkı sıkıya bağlı. Bu sebeple siyasete güvenlerini yitirmiş olsalar da oy kullanma çağrılarına kulak tıkamıyorlar.

Bunu da 2021’deki seçimler öncesi New York Times’a konuşan, Sadr’ın Sadr Şehri’ndeki destekçilerinden Abbas Radhi, “Eğer Sadr benden çatıya çıkıp kendimi aşağı atmamı isterse, atarım” diyerek konu alıyor.

Hâlâ Sulh Birlikleri’nin başlangıcında olan ve bu silahlı grubu feshetmeyen Sadr, son olarak “her insanın sulh içinde yaşaması ve silahları bırakması” çağrısı yapmış oldu.

Siyasal olarak bu öngörülemez tutumu ve ara sıra yapmış olduğu “siyasetten çekilme açıklamaları,” fazlaca sayıda destekçisi olan ve devlet kurumlarında mühim pozisyonları elinde tutan, devamlı popülist politikalar izlemeyi başaran Sadr’ın en büyük siyasal gücü olarak görülüyor.

2019 sonrası ülkede gerilim tekrardan arttı

Sadr, 2019'da İran'a giderek Hamaney ve Süleymani'yle görüştü

Kaynak, Getty Images

2019’da yaşam pahalılığı, temel ihtiyaçlara erişim zorluğu ve yolsuzluklara son verilmemesi nedeni öne sürülerek fazlaca geniş çaplı kitlesel gösteriler başlamış; başbakan çekilme etmişti.

Gösteriler esnasında Sadr’ın bir kez daha İran’a giderek Ali Hamaney ve Kasım Süleymani’yle bir araya gelmesi ise tepki çekti.

Eylemlere ilkin destek veren, arkasından bu desteği çeken Sadr’ın desteklediği ittifak eylemler sonrası meydana getirilen ilk seçimlerde, Ekim 2021’de iskemle sayısını 54ten 73’e yükselterek gene açık ara birinci parti oldu. Sadece tek başına hükümeti kuracak iskemle sayısına ulaşamadı. Meclisteki bloklar uzlaşamayınca yeni hükümet bir türlü kurulamadı. 

Haziran ayında es-Sadr, “geniş katılımlı hükümet” müzakereleri sonuçsuz kaldığında, Meclis’te desteklediği blok için “çekilme” çağrısı yapmış oldu. Bu çağrıya uyan milletvekilleri çekilme ettiğinde ise parlamento çoğunluğu es-Sadr’ın en büyük rakibi olan İşbirliği Çerçevesi Bloğu’na geçti.

Temmuz ayında es-Sadr’ın destekçileri parlamentonun dağılması ve tekrardan seçimlere gidilmesi için oturma eylemine başlamıştı. Es-Sadr, hafta başlangıcında siyasetten “son kez çekileceğini” duyurduğu açıklamasında siyasal rakiplerini “kendisinin düzeltim çağrılarını dinlememekle” suçladı.

Olayların büyümesi üstüne ise “özür dileyerek” takipçilerine vakalara son verme çağrısı yapmış oldu.

Yoruma kapalı.